Saadetin ailesi, Balkan Savaslari sirasinda yerinden yurdundan olmustur. Bu sert kosullara ragmen, insanliklarini da anavatana tasirlar. Tam yeni cevrelerine alismaya calisirlarken, birden kizlarinin büyüdügünü fark ederler. Iste Saadetin yasaminin hikayesi bu göcler-savaslar kusaginda islenmeye baslamistir. Belki de icinde yasadigi sert ortamdan olacak, ona bir seyler dayatmak isteyenlerle, toplumun erkek egemen tavriyla, kendisiyle hatta gönlüyle bile mücadele etmistir. Kimilerine göre her türlü baskiya direnen yaramazligi safligindan gelmektedir. Kimine göre sevilesi, kimine göre dövülesi, cogu erkege göre de düsman gibi ezilesi gerekir. Ona erisemeyenlerin midelerine oturur. Halbuki dostlarina buz gibi limonata, yazin sicagini güzün capagini alan meltem, cokca da harikali bir izlence gibidir Saadet. Kiz basina müthis isler basardigi söylenebilir. Fakat muhtesem ikili, yani ananecik ve torunu olmasa, yasami eski bir zarfta soluk bir kartpostal olarak sonsuza dek kalacakti. Bir gece cömez dedektif ananeciginin odasinda oyali bir sandik bulup icini actiginda, Saadetin muhtesem hayatinin delili olan fotograflarla karsilasti. Onlari ustasindan ögrendigi üzere kesti, bicti, isledi ve Saadeti bir kere daha yaratti. Söyledigine göre bu delismen kadinin yasamindaki gizemin pecelerini bir bir acmisti. Tabii dogruyu secmede asil is her zaman oldugu gibi okuyucuya düsüyor...
